hayat

Hangi Ben’i Yaratacağım?

Dostoyevski’ler ölmez, biçim değiştirir. 1881’de olan işte tam da budur. Kitaplar yazmış mıdır? Yazdı yazmasına ama o roman değil destan yazdı. Bizim destanımızı. Yazar ve yönetmen: Mustafa Kemal Atatürk.

Biz insanların karakterlerini ve hayatlarımızı şekillendiren muhtelif unsurlar var. Bunlardan bazıları ihtiras, para, ilkeler, ahlak, inanç ve amaç. Biri olmasa sanki diğerleri güdük kalır gibi gözüküyor değil mi? Sahiden tuhaf varlıklarız(gerçekten var mıyız ondan emin miyiz?). Mutlu bir yuvada doğarız, düşer kalkar büyürüz. Okula gider, beynimizi bir şeylerle doldururuz. Kendimize bir amaç belirleriz ve ona ulaştığımızda mutlu, huzurlu veya tüm istediklerimizi elde edecek kadar çok paramızın olacağını düşünürüz. Yetişkin olduğumuzda, var olan bir yığın meslekten birini yaparız. Sonrasında ekseriyetle evleniriz, çocuğumuz olur. Onu büyütmekle meşgul olur, kendimizi unuturuz. Sonra bakarız ki yaş ilerlemiş, emeklilik kapıya dayanmış, sıcak bir vilayette kendi bahçemizle uğraşmayı hayal ettiğimiz, torunlarımızın bizi ziyaret ettiği hülyalara dalarız. Mutlu bir hayatımız olmuştur, bir şeyleri başarmanın gururu ve ferahlığı içerisindeyizdir. Milyonlarcamızdan biriyizdir.

“Gelgeç gönüllü, tutarsız bir yaratık olan insanoğlu ise, belki de satranç oyuncuları gibi hedefi değil, hedefe giden yolu sever. Kim bilir, belki insanın yöneldiği tek hedef, hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır, başka bir deyişle yaşamın kendisidir.” Dostoyevski

Fakir bir ailede, çorak bir kasabada doğmuşuzdur. Çetin çocukluk yıllarının akabinde, yeryüzünde belki binlerce kez şahit olunmuş ama yine de kıskanılası bir başarıyla ülkemizin en iyi üniversitelerinden birini kazanmışızdır. Aldığımız ekonomi eğitimiyle önümüz açıktır. Ulaşmayı arzu ettiğimiz CEO’luk hedefimize artık çok yakınızdır. Zaten çok geçmeden de dünyanın en kodaman şirketlerinden birinin CEO’su olmayı başarmış, bankada bol sıfırlı hesaplarımız olmuştur. Stresli, yorucu fakat bol kazançlı bir hayatımız vardır. Ömrümüzün her evresinde, zihnimizin bir işlevi haline gelen rasyonel düşünme sayesinde optimal bir hayatımız oldu. Son derece kalabalık bir cemaat kaldırır cenazemizi.

Veya sarhoş bir doktorun ve hasta mı hasta bir annenin evladı olarak soğuk mu soğuk bir bölgede doğarız. Çocukluğumuz bir hastanenin lojmanındadır, çok geçmeden biricik annemizi kaybetmişizdir. Adam olalım diye iyi okullara gönderiliriz. Mevcutların en iyilerinden bir mühendis okuluna gönderilmiş olsak da içimizde yoksa o; olamayız, yapamayız. Kaçarız fırsat buldukça, kafa dengi ararız bir iki tane. Tarih yaprakları hızla akıp giderken bir ara babamızın da ölüm haberini fısıldar kulağımıza kar taneleri arasından süzülen ürpertici soğuk. Aslında bu ölümden memnuniyet duymadık değil, istemişizdir belki de böyle ayyaş, zorba bir babanın ölümünü. Ama vicdanlıysak ızdırap da çekmemiz muhtemel, nitekim öyle de olur. Bu vicdan azabı öyle bir raddeye gelir ki sara krizleri geçirir oluruz, hayatımız boyunca bizi bırakmayacak bir kriz, tıpkı vicdan azabımız gibi. Zayıflar, sinirli, aksi, bir coşar bir durulur vaziyette, öngörülemez bir ruh halimiz olur. Haykıracak, içimizdeki nehri dökecek bir deniz ararız. O nehrin adı, bize adını sıkça andığı Neva nehridir. O denizse yüzlerce sayfadan oluşan kitapları… Efsane olmuşuzdur, çok özel biriyiz artık. Çoğu paha biçilemez kişinin kaderi beni de bırakmadı, ölümümden sonra yayıldı namım dünyaya. İşte buradayım, ben Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’yim.

Lakin Dostoyevski’ler ölmez, biçim değiştirir. 1881’de olan işte tam da budur. Kitaplar yazmış mıdır? Yazdı yazmasına ama o roman değil destan yazdı. Bizim destanımızı. Yazar ve yönetmen: Mustafa Kemal Atatürk.

İlk paragrafta bahsettiğime klasik bir hayat denebilir. İkincisine gıpta edilecek bir kariyer, üçüncüsüne sıradışı bir yazar, dördüncüsüne ise eşsiz bir karakter. Dostoyevski’nin girişte de değindiği türden yöneldiği tek bir hedefi vardı. Bağımsız, demokratik, laik bir hukuk devleti yaratmaktı. Yarattı. İlkeleri, ahlakı, inancı, parası ve ihtirası vardı. Hepsini halkına bıraktı, korusun ve büyütsün diye.

Bahsettiklerimin hepsinin bir amacı vardı. Peki ya sizin amacınız nedir? En çok ailenizle veya arkadaşlarınızla değil kendinizlesiniz. Kendinizle dertleşin, vakit geçirin, tartışın. Her şey sizsiniz, her şey ben. Ben ne istiyorsam, ona erişecek olan benim.

Ben, ego değil var oluşum.

 

 

 

2 replies »

  1. İşte bunu kabullenemiyoruz..Madde girdi mi? herşeyin tadı kaçıyor..Hep “Ben” benim olma dürtüsüyle hırs, ihtiras, arzu ve şehvetle yaşamımıza devam ediyoruz..Yazı için teşekkürler..

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s