Hayat hakkında kendi kafamda oluşturduğum teorileri reel hayatla karşılaştırınca ailesi tarafından uzak mahallelerden birindeki cami avlusuna bırakılmış çocuk gibi hissetmem kaçınılmaz oldu. Her şey bir anda öyle hızlı gerçekleşti ki iyiyle kötüyü ayırt etmek siyah beyaz televizyondan renkli televizyona geçmenin bir tür boyut değiştirmiş haline dönüştü. Tabi, işin sonucunu kestiremedik. Bizler, hayatımız iyiye gidiyor zannederken olumsuzluklar birikti. Görülmek istenmeyen gerçeklerle uğraşmaktansa ortada hiçbir sebep yokken sanatsal duyar kasmak daha kolay gözüktü. Giderek sıradanlaştık. Sormamız gereken soru şu ; peki, bu sıradanlaşma nasıl gerçekleşti ? Bizleri iyi hissettirdiğini sandığımız ucuzluk ve önemsizliklerin düşünce dünyamıza yaptığı etki bizleri tek tipleştirdi. Semtlerle bağdaşmış kavramlar vardır ya hani Beyoğlu örneğine bakalım, Beyoğlu eğlenceli mekanların başında gelir. Beyoğlu’nun eğlenceli olduğu intibası insanların aklında sıradanlaşmıştır. Bunun türevleri de verilebilir.
Üst satırlarda bahsettiğim uzak mahalle kavramını da biraz açmak isterim. Uzak mahalle aslında tamamen siyasi bir duruşla alakalı. Bu kavramı sadece sol tandanslı veya başka görüş olarak düşünmenizi istemiyorum. Bahsi geçen siyaset sıradanlıktan ufak da olsa uzaklaşabilmiş bireyin hayatının içinde uyguladığı siyaset. Yaşarken uygulanan bir siyaset vardır ya işte o. Zor zamanlarda ince elenip sık dokunan konularla karşılaştığında akıl ve vicdanın ortak kullanım alanında yapılan noktasal atışlar. Eskilerin tabiri feleğin çemberi tabirinin direkt karşılığı. Çemberden geçebilmenin şartı noktasal atışları layıkıyla yapabilmekle alakalı. Bunun için bir tutam şans da gerekiyor. Bu uzun ve zorlu süreçte umarım istedikleriniz gerçekleşir.
40 filminde Ali Atay’ın bir repliğiyle yazımı bitirmek istiyorum ;
”Benim hayatım hep böyle be, hep terse koştum hep terse koştum. Kötü türk filmleri vardır ya o hesap”
dipnot: Yazıyı yarı uykulu yazdım. Yazım hataları için kusura bakmayın. Sağlıcakla.