Can yücel ile başlayalım ;
” Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin ? ”
Hislerimi yazıya dökmek, evet benim için en zoru bu olsa gerek. Kendi çektiğim acıları ve iç çatışmalarımın yansımasını aynalarda görmenin de verdiği korkuyla başlıyorum yazmaya.
Hikayenin başlangıcını inanın ben de bilmiyorum. Çocuktum ve her çocuğa doğuştan gelen masumiyetin farkında değildim. Benim için hayat bir oyun alanından başka bir şey değildi. Ta ki ilk hissedişi yaşayana kadar. Peki, neydi bu hissediş ? durun söyleyeyim ; aşk. İnanın bu olay çok geç olmadı. Şimdi diyorum ki keşke geç olsaymış.
Görmekle bakmak arasındaki farkı sonradan öğrendiğim zaman onu hissetmenin gücüne vardım. Hissetmek belgesellerin anlattığı gibi fizyolojik bir şey değil. Hele ki aşkı hissetmek bambaşka bir deneyim. Davetsiz misafir diyelim biz ona.
Karşılaşmaların getirdiği afallamaları, yıllar sonra kalp çarpıntısı şeklinde yaşayacağımı nerden bilebilirdim ki ? Otokontrol dediğin olay biraz uydurmadır. Anıları kontrol edecek psikoza sahipsen noktaları birleştirmen zor olmaz ve robotlaşırsın. Farkında olmadan değil, bilinçli yaparsın bunu. Bilinç insanın en büyük silahı derler, oysa bana düşman. Kendi galaksimde bilinç istemiyorum. Robotlaşmanın ve sürüye katılmanın umursamaz tavrını üzerimde taşımayı yeğlerdim.
Ne yazsam boş, kendime dahi söyleyemediğim o hisleri açıklamak için büyük larousse ansiklopedisi yetersiz kalır.
Kategoriler:hayat, kişisel yazılar
Yorumunuza katılmıyorum. Hissetmek için aşka ihtiyaç yoktur. Otokontrol de robotlaştırmaz tatsız bir ötekileştirme.
hissetmek farklı anlaşılabilir, biraz göreceli kavram. duygusal anlamda hissetmeyi aşkla bağdaştırdım. otokontrol belirli düzeylerde evet robotlaştırmaz. katılıyorum kısmen.