ekonomi

Milli kalıtsal alışkanlık diye bir şey var mıdır?

Kısa cevap: Her şeyin değiştiği bir dünyada bence hayır.

Ama aydınlatmakta fayda var. Şöyle ki:

19.yüzyılın önde gelen düşün insanlarından Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nda ekonomik kalkınmaya daha uygun bazı kültürler olduğunu iddia etmiştir, kitaba adını veren bu kültürlerin en önde geleni de Protestanlık’tır. Peki gerçekten öyle midir?

İki örnekle açıklayayım.

Bugün çalışkanlıkları, tasarruf etmeye yönelik paradigmaları, ciddiyetleriyle ön plana çıkan ve çalıştığı kurumlara aidiyet duygusu belki de en yüksek olan toplum Japon toplumudur. Ancak neredeyse 20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar Japonlar esasında tembel bir toplumdu desem herhalde şaşıranlarımız olabilir fakat evet durum tam da böyle. Japonlara tembel denmesi kulağa hoş gelmeyebilir ancak 1920’lere kadar Batılıların Japon toplumu hakkındaki görüşü bu yöndeydi.
Amerikalı misyoner Sidney Gulick 1903 tarihli Japonların Evrimi kitabında birçok Japon’un “tembel ve zamanın geçişine son derece kayıtsız oldukları izlenimi verdiklerini” gözlemlemişti. Kendisi sıradan bir gözlemci değil, Japonya’da 25 yıl yaşamış ve Japon diline de tamamen hakim biri. Japonların “hallerinden memnun, geleceğe ilişkin hiçbir endişesi olmayan, esasen gün kurtarma odaklı yaşayan, kayıtsız ve duygusal kişiler” oldukları şeklindeki kültürel klişenin bolca örneğini gözlemlemişti. Yanı sıra İngiliz Fabian sosyalizminin meşhur lideri Beatrice Webb, 1911-12 yıllarındaki Asya gezisinden sonra Japonları, “boş vakit nosyonları sakıncalı ve kişisel bağımsızlıkları bir hayli dayanılmaz kişiler olarak nitelendirmişti. Japonya’da insanları düşünmeyi öğretme arzusu apaçık yok” demişti.

Keza 1800’lerin ortalarındaki ekonomik sıçrayışları öncesinde Almanlar, İngilizler tarafından kalın kafalı ve ağır insanlar olarak tasvir edilirlerdi. Miskinlik, Germanik doğası ile sıklıkla ilişkilendirilen bir mefhumdu. Frankestein’ın yazarı Mark Shelley, Alman fayton sürücüsüyle giriştiği sinir bozucu bir tartışma akabinde “Almanlar hiç acele etmezler” diye yazmıştı. Böyle düşünenler sadece İngilizler değildi, Alman işçileri istihdam eden Fransız bir imalatçı onlardan “canları isteyince ve canları istediği kadar çalışıyorlar” diye söylenirmiş. 1820’lerde bir gezi yazarı olan John Russell’a göreyse Almanlar, “kendilerine ne keskin bir algı ne de hassa bir hissiyat bahşedilmiş olan hantal, halinden memnun ve yeniliklere açık olmayan” kişilerdi. Ayrıca bir Alman’ın,” kendisi için olan bir şeyin etkilerini kavramasının sağlanması uzun zaman alır ve onu yeniliğin peşinden gitmeye teşvik etmek hayli zordur” diye ekler.
Bugün Almanlar birlik, bütünlük ve takım çalışmasındaki başarılarıyla parmakla gösterilirken 19.yüzyılın sonlarında hâlâ çok bireysel oldukları ve beraber çalışamadıkları düşünülürdü. Hatta Almanlar aynı zamanda sahtekârdı da. İngiliz ordusunda bir hekim olan sir Arthur Brooke Faulkner, “Alman tacir ve esnaflar her fırsat bulduklarında sizden yararlanmaya çalışır, ne koparabilirse” şeklinde aktarmıştı gözlemlerini.
Son olarak, bugün pek çoğumuz-biraz da mübalağa ederek- öyle buz gibi görünürler ki Almanların neredeyse genetik bir duygusal eksikliği olduğunu düşünürüz. Oysa İngilizler onların aşırı duygusal insanlar olduğunda hemfikirdi.

 

İşte böyle. Bir asır evvel Japonlar çalışkan değil tembeldi; sadık işçi karıncalar olmak yerine fazlasıyla başına buyruktular; kapalı kutu değil duygusaldılar; ciddi olmaktan ziyade gamsızdılar, geleceği düşünmektense gündelik yaşıyorlardı. Yine o dönemlerde Almanlar verimli çalışmalarıyla ön plana çıkmıyor, miskinlikleriyle nam salıyorlardı; rasyonel bireyler değil son derece duygusaldılar, akıllı değil apaçık ahmaktılar(eğitimden mahrum da diyebiliriz), yasalara saygılı değil hırsız ve sahtekâr bireylerdi ve hayır hiç mi hiç disiplinli değillerdi.

Bu nitelendirmeler iki neden hasebiyle kafa karıştırıcı olabilir. Evvela eğer Japonlar ve Almanlar bu denli kötü kültürlere sahiptiyseler nasıl bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinden oldular? İkincisi, neden o zamanki Japon ve Almanlar bugünkü torunlarından farklı niteliklere sahipler? “Millî kalıtsal alışkanlıklarını” nasıl tümüyle değiştirmiş olabilirler?

Araştırmakta fayda var. Acaba Sanayileşmenin Gizli Tarihi‘nde daha neler yatıyor?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s