şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar…
o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,
yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i…
bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab…
seni ancak ebediyyetler eder istiab.
“bu, taşındır” diyerek kabe’yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle,
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsam oradan;
sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanı salahaddin’i,
kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran…
sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
sen ki; asara gömülsen taşacaksın… heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Kategoriler:edebiyat