İnsanoğlu, ilk zamanlardan itibaren hep sahip olduğunun daha fazlasını istemiştir. Bu tutkusundan dolayı savaşlar çıkmış ve insanlar öldürülmüştür. İnsan, hep en güzeli istediği için elindekilerle yetinme düşüncesi insanın tabiatında olan bir düşünce değildir. Avcılık ve toplayıcılık toplumlarından itibaren gittikçe artan ”metaya sahip olma duygusu” tarım devriminden sonra daha da artmıştır. Tarım devrimi çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu devrimde M.Ö 8 binyıllık sürede nüfus artmış, yerleşik hayat göçebeliğin yerini almış, avcılıktan çiftçiliğe geçiş olmuş ve çeşitli ekonomi tipleri doğmuştur. Üretmek artık insanoğlu için bir ihtiyaçtan ziyade bir alışkanlık haline gelmiştir. Durmadan üreten insan, parayı da bulmasıyla sermaye oluşturmaya başlamış ve yaptığı ticaret sayesinde elindeki paranın birikmesiyle sınıflı toplum kavramını oluşturmuştur. Bu sınıflı toplum yapısı ister istemez kişileri belirli kalıplara sokmuştur. Bir sınıfın diğerlerine hükmettiği bir sistemde özgür hissetmeyen mutsuz bireyler oluşmuş, dinlerin doğuşuyla beraber din eksenli bir sosyal sınıflaşma başlamıştır. Mesela hangi millet olursa olsun köle sınıfında doğan bir insan bir üst sınıfa geçmenin çok zor olacağını biliyordu. Bu yüzden köleleşme meşru hale geldi ve fakirliğin bir tabana oturtulması sağlanmış oldu. Yani devlet ne kadar zengin olursa olsun fakir köle bir sınıf yine olacaktı. Bu durum ilerleyen zamanlarda belirli siyasi akımların oluşmasında etkili olmuştur. Zaman ilerledikçe zenginlik kavramının doğuşuyla beraber savaşların ve göçlerin artması Dünya üzerinde büyük bir değişime neden oldu. Özellikle Avrupalı devletlerin temel ekonomi politikası coğrafi keşiflerle birlikte madenciliğe ve köleciliğe doğru bir çizgide ilerledi. Sömürü yapılarak Avrupa ‘ nın ekonomik işleyişi devam ettiriliyordu.
Üretimin ihtiyaca göre şekillenmemesi sonucu toplum ahlaki ve kültürel bir değişmeye uğramıştır. Basın-yayın yoluyla kitlelere ulaşan reklamlar ürünleri cazip gösterip tüketimi arttırmıştır. İnsanları tüketmeye ve düşünmemeye zorlayan bu sistemde Ekonomide pastadan en büyük payı alan büyük şirketlerin kazandığı para Kapitalizmin bir gereği olarak insanlar ihtiyaçlarından fazla satın alma hastalığına tutulmuştur. Para ve mutluluk doğrudan bağlantılıymış gibi duruyor. Oysa ki para arttıkça insanın endişeleri de o yönde artmaya devam ediyor. Mesela, çok parası olan insanlara baktığımızda rahat davranamadıklarını görürüz. Çünkü tüketen insan beraberinde bir o kadar manevi olguyu da tüketiyor. Çok fazla gülerek gülmeyi de tüketmek gibi. Dünya üzerindeki iktisadi faaliyetler bir tabana oturtulduğunda genel olarak şunu görmekteyiz ; fakir biriktiriyor, zengin harcıyor. Dünya ekonomisinin büyümesi Amerikalıların tüketiminin artmasına bağlı. Bunun için de Amerikan halkının bu tüketim çılgınlığının bir şekilde devam ettirilmesi sağlanıyor. Amerikan halkının tüketim çılgınlığına devam edebilmesi için para bulması gerekiyor. Amerikaya mal satmak isteyen önce amerikan halkına para göndermesi gerekiyor. Bunu şöyle düşünebiliriz ; fakir bir mahallede açılan süpermarketin mal satabilmek için önce müşterisinin cebine para koymasına benziyor. Amerika dünyanın her köşesinden 5 trilyon dolar toplamış. Yani şunu diyebiliriz ; Dünya biriktiriyor, Amerikalılar doya doya harcıyor. Tükettikçe ekonomisinin çarkı dönüyor. Diğer ülkelerde yaşayan insanlar bu çarkın dönmesi için yemiyor, içmiyor, Amerika’ya günde 2 milyar dolar, 3 ayda bir 180 milyar dolar para gönderiyor.
Tabi, bu kadar orantısız tüketimin ve hızlı kapitalleşmenin bir bedeli daha var. O da toplumun sosyal sınıfsal yapılara bölünmesi. Yani toplumda, mantık olarak tıpkı hindistandaki kast sistemi gibi günümüzde de kişinin iktisadi ve sosyal durumunua göre statü diye adlandırılan bir sınıfsal ayrım var.Bugün ülkemizde küçük bir toplum kesimi, büyük bir çoğunluğu çalıştırıyor. Onların ürettiklerine sahip çıkıyor. Yani ülkemiz bir yandan sömürenlerin, öte yanda sömürülenlerin, bir yanda çalıştıranların, öte yanda çalışanların bulunduğu bir ülke. İçinde yaşadığımız toplumda, insanların ; Yaşama biçimleri, yani yemekleri, giyimleri, barınmaları, gereksinmeleri, ilaçtan, doktordan, hastaneden, okuldan, eğlenceden yararlanma olanakları birbirinden farklı. Çalışma biçimleri ve insanların toplumun zenginliklerden aldıkları pay da birbirinden farklı. Yaşam standartları düşük ülkelerde zengin ve fakir uçurumu arasındaki farkın daha büyük olduğunu görüyoruz. Örneğin alt seviye ortadoğu toplumlarında zengin insan sayısı çok az ama zenginlikleri diğer halka oranla çok daha fazla. Tabi bu durumun böyle olmasında yani cemaatçi özellikte olan ortadoğu ülkelerinin toplumlarında kapitalist imajın oluşmasında uluslararası düzeyde faaliyet gösteren basın-yayın organlarının ve toplumsal dayatmaların etkisi çok fazla. Sınıflar arasındaki ayrım maalesef gittikçe artıyor ama küçük bir azınlığın çalışan çoğunluğu ezdiği, sömürüye ve baskıya, eşitsizliğe dayanan toplum bir yazgı değildir. Tarihin gelişmesinde, geçici bir dönemdir.
Kategoriler:ekonomi