Aşkın sadece filmlerde ve kitaplarda esas kızla bir o kadar esaslı olan oğlan arasında geçtiğini düşünmemiz aslında bizim hayattaki güzelliklere mesafeli yaklaşmamızdan dolayı. Boğazın o masmavi sularında arkasından köpükler çıkartarak ilerleyen bir vapurun etrafında uçuşan martıların umut dolu yiyecek arayışları gibi insanında etrafındaki güzellikleri araması ve farketmesi gerekiyor. Yoksa bazı kavramlar kitaplardan ve filmlerden öteye gitmez. Ama aşk konusunda yaşanmışlıkları hesaba katarak bir yolda ilerlemeye çalışmamız tedbirli olduğumuzu bize gösterir. Tabi böyle temkinli davranmamız birtakım güzellikleri görmemize engel değildir.
Mutluluğu parayla almaya çalıştıkça titanik gibi dibe doğru batıyoruz. Prozac insanlarının sayısının her geçen gün artması mutsuzluğun da bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını bize gösteriyor. Uyuşturucu gibi pespaye anlık mutluluk araçlarının kullanımının artması gibi. Mekanlarında mutluluğu etkilediği apaçık ortada. Kasvetli betonarme yapılarla dolu havasız bir şehirde yaşayan insanlar genelde karamsarlaşıyor ve mutsuz oluyorlar. Oysa sahil kentlerinde yaşayan insanlar öyle mi ? Sahil kentlerinde ve kırsal alanlarda yaşayan insanların daha mutlu olduğunu düşünmeye başlamamın bir sebebi de denize baktığımda iç huzurumun artmasıydı. Belki de ben herkesi kendim gibi düşündüğümden öyle bir kanıya varmıştım ama sonra araştırınca haklı olduğumu anladım. Bunun nedeni doğal güzelliklerin beşeri ilişkilere yansıması. İç huzuru ve mutluluğu, güneşli bir pazar sabahı boğazın her iki yakasında konuşlanmış erguvan ağaçlarını ve hafifçe esen rüzgarda uçuşan polenleri izlerken bulmak hiç te zor değil.
Kategoriler:edebiyat