Neredeyse tüm ülkelerde olduğu gibi bizde de nüfus günbegün artmakta. Cumhuriyetin ilanını takiben 1927 yılında yapılan nüfus sayımında nüfusumuz 13.648.270’ti. Aradan geçen 90 yıl sonundaysa Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) tarafından nüfusumuz, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi(ADNKS) baz alınarak 80.810.525 kişi olarak yakın zamanda tavzih edilmişti. TÜİK, 21.02.2018 tarihinde de 2018-2080 yılları nüfus öngörülerini açıkladı. Tahminlere göre 2018 sonunda ise nüfusumuz 81.867.223 olacak. Projeksiyonda da vurgulandığı gibi 2040 yılında bir eşit atlanacak ve nüfusun 100 milyonu geçeceği beklenmekte. Bilahare daha yavaş artışlar tahmin ediliyor ve 2080 yılında 107.100.904 kişi olarak hesap edilmiş(tablo büyük olduğu için buraya eklemedim, konuya ilişkin tabloya açılan sayfanın altındaki tablolar kısmından ulaşabilirsiniz).
Son 2-3 yıldaki nüfus artışımızda bir parça mülteci etkisi söz konusu olsa da büyük bir ağırlık taşımıyor. Şu an Avrupa’nın en kalabalık ikinci ülkesi olmakla birlikte Avrupa’da en genç nüfusuna sahip olan ülkeyiz. Tabi bakıldığında, yaşlanan Avrupa’ya kıyasla genç bir nüfusa sahip olmak büyük bir avantaj olarak görülebilir. Lakin bu avantajı kullanabilmek, onu şekillendirip işe yarar hale getirebilmekle yani ekonomiye katkı verir pozisyona sokabilmekle mümkün.
ITS Medya ve Ajanspress’in gerçekleştirdiği araştırmada, işsiz kategorisinde yer alanların sayısının 3 milyonu aştığı Türkiye’de, bunların 828 bininin üniversite mezunu gençlerden oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bunu da 828 bin sayısının 55 ilimizin nüfusundan fazla olduğu şeklinde dramatik bir kıyaslamayla da pekiştirmiştir. Birçok kişinin de bildiği ve dilinde tüy bittiği gibi yapılması gereken, bu genç nüfusumuzu 21.yüzyıl ekonomisinin, yeni ekonomik düzenin itici gücü becerikli bireydir. Önceden doğal kaynaklar veya jeopolitik önem ne ise şimdi de becerikli ve nitelikli insan potansiyeli aynı önemde. Bu noktada da eğitimin önemi devreye giriyor. 2000’lerin başından beri OECD ve Dünya bankası gibi uluslararası kurumlar ülkelerin geleceği olan çocukların eğitimini ölçme değerlendirme yarışına girdi adeta. Yazılım, özgür düşünce, AR-GE, inovasyon, girişimcilik, demokrasi bilinci ve katma değer yaratma; bu çağın ekonomilerinin kalkınma ve ayakta kalabilme reçeteleri.
Nüfusunun handiyse yarısı eğitim çağında olan ülkemiz, bu genç nüfus potansiyelini doğru kullanmak mecburiyetinde. Bunun için de yapılması gereken başta eğitimi düzeltmek. MEB’in bütçesinin milli gelirdeki oranının artmasının kardeşlerimizin PISA sonuçlarına hiçbir katkısının olmadığı ortada, yani harcanan para çarçur olmakta. Bunda da maalesef İmam Hatip Liseleri üzerinde adeta inatlaşılması ve yaygınlaştırılması gayretiyle tablet bilgisayar dağıtma çılgınlığının payı olduğu kanaâtindeyim, elbette yanı sıra muhtelif saikler de mevcut. Kaliteli okulöncesi eğitimden yaygın fen liselerine, araştırma odaklı ve sesini çıkarabilen üniversitelerden üst düzey AR-GE merkezlerine kadar geniş ölçüde yeniden yapılanma şart.
Turizm cenneti olarak övünmekle geleneksel usûl tarımla ve inşaatla gelebileceğimiz yere geldik ve 9-11.000 dolar kişi başına gelir düzeyine saplanıp kaldık. Bir yandan da yüksek döviz kurları ve yüksek enflasyon sarmalının içindeyiz. Dönemsel sıcak para giriş çıkışlarıyla ekonominin çarkları bir yere kadar döner, buna alışınca elden gelen tek şey yabancı sermayenin ülkeden çıkmaması için dua etmek olur, bu da ekonomimizin direksiyonunu yabancıların eline bırakmaktan başka bir şey demek değildir. Yerli ve millilikten dem vurulan bu günlerde yerli-reel üretim gerçekleştiren kaç tane kurum kaldı? Şeker fabrikalarının bir kısmının özelleştirmeye açılmasıyla birlikte cumhuriyetin bir başka hafızası da vahşi özel sektörün ellerine bırakılmakta.
Konuyu bağlayacak olursam, artan nüfusumuzu iyi eğitemezsek birbirimizin başına bela olacağız gibi görünüyor.
Kategoriler:toplum